Altı kedim, dört köpeğim var. Hepsini sokaktan sahiplendim. Zor durumdaki canlara da geçici ailelik yapıyorum ve sonrasında bu evlatlara güzel aileler bulmaya çalışıyorum. Evimdeki hayvanların çoğu sokaklarda şiddet gören, bacakları ya da kulakları kesilen, barınaklarda ölüme terk edilen ve aile bulamayan çocuklar… Onları tabir-i caizse kurtarabilmek adına hayatımın çizgisini değiştirdim. Ve huzur dolu bir hayata adım attım. Benim evlatlarım hayvan düşmanlığının ve hayvanların çektiği acıların resmidir. Aynı zamanda huzurun, ikinci bir şansın, yaşamın ve geleceğe dair umudun göstergesidir. Onlar benim yaşama sevincimdir. Ve son nefeslerine kadar onları mutlu etmek boynumun borcu, annelik görevimdir.
Her biriyle tanışma hikayem farklıdır, hepsinin yaşamı yüreğime işler. Size Rush’ımı anlatabilirim…
Her şey onunla başladı.
Ankara’ya yeni geldiğimiz zamanlarda, bir sabah uyku tutmadı, pencereden baktım, saat 5-6 suları… Aşağıda, kaldırımda biri var. Işık gibi parlıyor… Dalmış gözleri uzaklara, düşünüyor da düşünüyor. Hemen bir şeyler hazırladım, yanına indim… ”Acıkmışsındır, buyur, ye.” dedim. Baktı gözlerimin içine, teşekkür eder gibi… Sonra yedi yemeği. Acıkmış…
Elimi omzuna attım yere çöküp, ben de baktığı yere baktım. Onun gördüklerini göremedim, duyduklarını duyamadım… Sonra veda ettim… ”Yine gel” diyerek…
Sonra yine gördüm.
Gördüğüme çok sevindim. Hep yalnızdı. Bir gün evimin önüne geldi, yanında bir arkadaşı daha vardı. Artık beni her gördüğünde koşarak selam verip, sarılıyordu. Arkadaşlarıyla tanıştırıyordu. Onlarla da sohbet ediyorduk, karnımızı doyuruyorduk. Sonra vedalaşıyorduk… Çocukları çok seviyordu Rush, ne zaman görsem çocuklarla birlikteydi. Okul çıkışlarında birileri gelse de oynasam diye hep heyecanla beklerdi. Çocuklar da harçlıklarından artırıp artırıp onu beslerdi. 7-8-10-15 yaşlarında dostları vardı. En küçük dostlarından biri ona pek bir bağlıydı. (Sonradan ”Kuşçu” diye anılacaktı)
Bir gün kapımı aşındırdı ileride Kuşçu diye anılacak çocuk. Hüngür hüngür ağlıyor. Yanında birileri. ”Ne oldu!” dedim, Rush’a araba çarpmış…
İşte her şey o zaman başladı. Rush’ı tedavi ettirirken her yere ilan dağıttım. Görünenin ardındaki gerçeği o zamanlar fark ettim… Bu semtte Rush da dahil tüm sokak çocukları şiddet görüyordu. Özgürce yaşamalarına izin yoktu.
Bulabildiğim kadarına aile bulmaya çalışacaktım. Aile bulabildim mi? Hayır. Kimse istemedi. TEK BİR KİŞİ BİLE. Çünkü onlar insanların etiketleri ile anılıyordu. Sokak köpeği…
Onu evlat edinmek için her şeyi yapabilirdim, onunla uyumak en büyük hayalimdi; ama yapamıyordum. Yattığı apartman önlerinden kovuluyordu. Apartmanın önüne ona yerler yapıyordum dağıtılıyordu. Arabalardan, belediye işçilerinden, motosikletli herkesten nefret ediyordu. Sevinince havlıyor, üzülünce havlıyor, canı yanınca havlıyor, ezan okununca havlıyordu. Her şeye havlıyordu. Kimse onu beton apartmanlarının ufak bahçelerinde bile barındırmıyordu. Böyle savaşarak geçerken günler, Rush bana Nazlı’yı getirdi. Rush bana Paşa’yı getirdi. Kimileri geri gitti, kimileri kaldı… Bir gün Rush’ı bir evin bahçesinde yağmurdan saklanmaya çalışırken bulduğumda ve birkaç gün sonra bir bahçede umutsuz ve acıyla yatarken bulduğumda, Paşa’nın kanser olduğunu öğrendikten, Nazlı ölümle tehdit edildikten sonra ”ARTIK YETER!” dedim. Ve tüm hayatımı değiştirip, onları mutlu edebileceğime inandığım bir hayata adım attım ve müstakil bir eve taşındım.
Rush, Paşa, Nazlı, Koreş artık benimle… Ve hep benimle kalacaklar.
O, kocaman cüssesinin içinde ufacık bir çocuğun yüreğini taşıyor. Kendisine şiddet gösterenlerin bile, sırf bir parça ekmek verdiler diye, kuyruk sallayarak peşlerinden gidecek kadar saf, iyi yürekli çocuğum benim… O benim ilk göz ağrım, kalbim…
Seni seviyorum oğlum