Birçok hayvansever gibi petshopları, hayvanların kafeslerde süs bebeği gibi satılmayı beklemelerini zalimce bulan Pınar Özer, Ünlü Köşesi’nin bu haftaki konuğu oldu. Tiyatro oyunuyla kısa sürede adını duyurmaya başlayan genç oyuncu ile kedisi Piyaz başta olmak üzere sokak hayvanlarını, insanların hayvanlara bakış açısını konuştuk. Bakın Pınar Özer, siz Kalbimdeki Patiler okuyucuları için neler neler anlattı…
Satın almayalım, sahiplenelim…
Piyaz benim en güzel hediyem, yol arkadaşım, en değerlim ama şunu söylemek isterim ki bir petshop hediyesi. Tabii ki hayvanların hediye seçenekleri arasında yer almasına karşıyım. Onların diğer canlılardan daha kötü koşullarda kalması, hastalandıklarında ölüme terk edilmeleri, yerlerine satılmak üzere başka canların konması beni çok üzüyor. Bu yüzden lütfen birbirimize hediye alırken seçenekler arasına tüylü dostlarımızı eklemeyelim. Onları hediye etmek istiyorsak, barınakları, ormanları ziyaret edelim…
Gelelim Piyaz’a! Piyaz benim ilk kedim değil. Kısa sürede ölüm, hastalık, evden kaçma gibi sebeplerle çok çabuk vedalaşmak zorunda kaldığım hayvanlarım oldu ama Piyaz’la “biz” olduk… 2009’dan beri benimle… En güzel yıllarımın, genç kızlıktan kadınlığa geçişimin, acılarımın, sevinçlerimin, başarılarımın, bütün tökezlemelerimin en yakın şahidi… O da minik, kakasını bile temizleyemeyen bir bebekti şimdi yaşlı huysuz bir amca… Çok büyük hastalıklar atlattı, bir keresinde ölümden döndü, kan nakliyle hayata tekrar tutundu… Bunları beraber yaşayınca ilk hayvanınız kim derseniz illa ki Piyaz derim.
Hayvanseverim, hak ederse insan da sevebilirim
İnanın artık hayata bakış açım bu. Hayvanların sevgi, emek, ilgi gibi kavramlara insanlardan daha çok değer verdiklerini defalarca tecrübe ettim. Onların iyi niyet, karşılıksız sevgi ve saflığını gördükçe yaşımla beraber sevgim de arttı. Küçücük bebekken koyun sürüsünün içine dalıp hepsine sarılmaya çalışan bir kız çocuğu… Hiçbir zaman korkmadım onlardan, onlar da sağ olsun hiç pişman etmediler beni 🙂 Hayvanlarla yaşamayı, onlarla dost olmayı küçükken öğrendim. Şimdi Piyaz’la harika bir hayatımız var ve özetle “kapıda karşılanmadığım, soğuk kış günlerinde battaniyemi paylaşmadığım, beraber film izlemediğim, banyo yaparken kapıda bir nöbetçinin olmadığı, montumun önüne sıkıştırıp buz gibi havalarda beraber yürüyüş yapmadığım, veteriner kapılarını aşındırmadığım, her türlü kuru/yaş mama hakkında ihtisas yapamayacağım, her gün kaka/çiş temizlemek zorunda kalmadığım, motosiklette önüme astığım çantadan yüzüme şaşkın şaşkın bakan o gözleri göremediğim, gece tuvalete tek başıma gidip geldiğim, gün içinde işe çok daldığımda arka odadan “kızz neredesin” diye bağıran birinin olmadığı, acil evden çıkmam gerektiği her an kıyafetlerime yapışmış minik tüyleri temizlemek zorunda kalmadığım, ağlarken göz yaşımın yalanmadığı, gece sarılıp uyumadığım, ellerimdeki minik oyun çiziklerinin ve orası burası tırtıklanmış ev eşyalarının olmadığı” bir hayat istemiyorum diyebilirim!
Her kedi özeldir!
Robert A. Heinlein’ın bir sözünü çok severim “Kadınlar ve kediler canları nasıl isterlerse öyle davranırlar; erkekler ve köpekler kendilerini bu fikre alıştırsalar iyi ederler”. Piyaz bana çok benziyor ya da ben ona bilmiyorum. O yüzden çok iyi anlaşıyoruz. Özgürlüğüne çok düşkün, canı ne isterse o, hiç söz dinlemez. Yap dediğini yapmaz, yapma dediğini zevkle yerine getirir. Kafasına koyduğunu illa yapar. O an imkan bulamadıysa erteler, vazgeçmiş gibi görünse de inanın yapıncaya kadar uğraşır asla iptal etmez; sadece erteler. Klasik herkes uyurken uyanır, evdekilerin hepsini kaldırdıktan sonra evin baş köşesinde uyur. Eve sevmediği insanlar geldi mi onlar gidene kadar ortaya çıkmaz.
İp, fare oyuncağı, lazer vs hayatta işi olmaz, asla oynamaz. Oynatmaya çalıştığın anda sana öyle bir bakar ki kendini dünyanın en saf kedi sahibi hissedersin 🙂 Kumunu temizledikten sonra daha çöpünü kapıya atmadan içine girip bir güzel keyif çıkarır. Senin onu ne zaman sevmek istediğinin önemi yok, o sevilmek istemiyorsa asla yanaşmaz. Ama o sevilmek istedi ve siz meşgulseniz yandınız! Bas bas bağırıp, istediğini alıncaya kadar susmayabilir. Mamanın dibinde biraz kaldıysa hayatta yemez. O dökülüp temiz taze mama konulacak. Et, balık, tavuk hayatta işi olmaz, paşam hamur işi seviyor; simit, poğaçaya asla hayır demez. Daha birine pati atmışlığı, saldırmışlığı, bilinçli tırnakladığı görülmemiştir. Bazen ben sevgim içimden taşınca ısırıyorum o sadece çok acıklı bir “miyaaaaoowww” sesi çıkarmakla yetiniyor. “Yapmaaaaa” der gibi… Yani bu özelliklerinden dolayı kedigillerden olduğuna dair şüphe duymuyor değilim.
Sokak hayvanlarına gelince…
“Sokak hayvanlarını koruyalım”, “Sokak hayvanlarına sahip çıkalım” gibi klişe sözleri söylemeyeceğim. Maalesef artık son dönemde insan ırkından gördükleri zulümler öyle uç noktalara ulaştı ki ben artık sadece “Sokak hayvanlarını rahat bırakalım” diyeceğim. Bu dünya, evren bizim tekelimizde değil. Onlar da yaratımın bir parçası, doğa bizim ortak alanımız. Sadece bize ait değil. Bunu artık hazmedip buna göre yaşamaya çalışmamız yeterli… Çok başka bir şey yapmaya gerek yok. Bizden olmayan, bizim gibi düşünmeyen her varlığa, düşünceye, oluşuma sadece biraz ‘saygı’ göstersek hepimizin hayatı daha kolaylaşacak.
Fotoğraf: Gökmen Şaban