Bir hayvanın başına gelecek en güzel şey iyi sahiplerdir. Mutlaka şu anda “kötü sahip olur mu?” diyen okuyucularımız vardır ama emin olabilirsiniz ki hayvan sevdiğini zanneden, onların da canlı olduğunu, duyguları olduğunu unutan birçok kötü sahip var. Köpeğinin bacağı yara olduğu için uyutmak isteyen, satın aldığı kedisi saf olmadığı için sokağa atan ya da aldığı yere geri vermek için uğraşan insanlar var… İşte hayvanların şansı da tam bu noktada belli oluyor. Tipex gibi… Tipex güzel oyuncu Yeliz Akkaya’nın ilk göz ağrısı. Petshop’tan alınan fakat sağlık sorunu ile başka ailelere verilmek için yuva ararken Yeliz Hanım’ın karşısına çıkan şanslı bir kedi. Şanslı diyorum çünkü herkes, henüz bir ayını yeni doldurmuş bitkin haldeki bir kediyi yaşatmak için çabalamayabilir. Fakat Akkaya ve eşi, gerçek hayvanseverlerin yapacağı gibi, Tipex’i el bebek gül bebek büyütmüş, biberonlarla beslemiş, yaşatmak için savaş vermiş! Gelin Yeliz Akkaya’ın hayvan sevgisi ile başlayalım sohbetimize…
Hayvan sevgisi çok başka!
Onlar, hayatımız devam ettikçe bizim en güzel, en saf yol arkadaşlarımız olacaklar. Yanlış anlaşılmasın, sadece evimizde beslediğimiz kedimizden söz etmiyorum. Küçükken babaannem ve anneannemin kocaman bahçeleri vardı. Sokaktaki tüm canlılara yetecek kadar kocaman da kalpleri… Hepsinin ayrı ayrı isimleri vardı. Ben zor yemek yiyen bir çocukmuşum ve en rahat yemek yediğim yer onların yanıymış. Anneannem hep bunu anlatırdı. Amcamın benim için cennet değerinde, bir sürü civcivin, tavuğun, horozun, 2-3 tane de ineğin olduğu minik bir çiftliği vardı. Bunu anlatınca bana hep gülüp dalga geçiyorlar ama inek deyip geçmeyin; onları okşayıp konuştuğunuzda cüsselerinden daha büyük kalpleriyle dinliyorlar sizi. Bu sevgi bende çocukluğumdan beri var anlayacağınız!
Irk, cins ayırt etmeden sevdik
Evimizde ilk muhabbet kuşu yetiştirdik. İnsan canlısı bir minnaktı kendisi, onu tümörden kaybettikten sonra sıra ile su kaplumbağası ve balık beslemeye başladık. Su kaplumbağalarımız zaten evin bireyleriydi. Su kaplumbağası demek bile garip geldi çünkü onlar bizim için Fehmi ve Binnaz’dı 🙂 Daha sonra hamster aldık. O kadar yaramazlardı ki sürekli evde kayboluyorlardı, kabloları kemiriyorlardı. 4 sene içerisinde onları da kaybettik sırayla. Genepig’imiz oldu. Fakat solunum yetmezliği teşhisi kondu ve 8 ay sonra ne yaparsak yapalım onu kurtaramadık. Bunca acıdan sonra bir süreliğine sahiplenmekten çok dışarıdaki tüm dostlarımıza yardım etmeye başladım. Sadece kedi-köpek değil aynı zamanda kısırlaştırmak, bir karga varsa yaralı (ki tutarken çok dikkatli olunmalı) tedavi ettirmek vs…
Eşimle tanıştığım zaman dünyanın en kibar siyam kedisine sahipti. Hatta çoğu zaman konuşurken onun içinde bir insan olduğunu bile varsayıyorduk. Evlendikten yaklaşık 3 sene sonra sağlık sorunları başladı. Kör oldu, daha sonra felç derken 17 yaşında kedimizi kaybettik. O kadar büyük bir acıydı ki hala düşündükçe gözlerimiz doluyor. Çok uzun bir süre cesaret edemedik hayvan sahiplenmeye, eğer bir hayvan ile aynı hayatı paylaşacaksak bir gün bizi bulacak, karşımıza çıkacak diyorduk kiii…
Tipex karşınıza nasıl çıktı peki?
Ben Eskişehir’de setteydim, arkadaşımdan mesaj geldi; “Yeliz bir bak. Yuva arıyor ne dersin”. Gözlerime inanamadım, pamuk gibi bir şey telefonumdan bana bakıyordu. Eşimle konuştuk, ona da aynı mesaj gitmiş. Dedim ki; “Emre lütfen hemen getir eve”. Emre zaten benden hevesli 🙂 Eve getireli 4-5 gün olmuştu, hep düşündüğümüz gibi o bizi bulmuştu. Çok ama çok karşı olduğum petshoptan alınmıştı ve bize geldikten 5-6 gün sonra ilk önce halsizleşip bir şey yememeye başladı. Daha sonra yürüyememeye derken çok yoğun bir kür ile toparlamaya çalıştık.

Zorluktan öte Tipex’i öyle görünce içimiz parçalanıyordu. Küçücük bedenine günde 5 iğne-2 tane de serum veriliyordu. Başta gençlik hastalığı olabilir dendi ki bu hastalığın sonuçları bildiğiniz üzere korkunç, sonra bir ara Corona’dan şüphelenildi. Kalbimiz hep ağzımızdaydı. 2 saatte bir alarm kurup 24 saat boyunca şırınga ile besledik. Beslerken hep onunla konuşuyorduk, onu ne kadar çok sevdiğimizi, bu yapılan tüm iğnelerin aslında yararı için olduğunu, az daha dayanırsa hepsinin geçeceğini anlatıyorduk. Sonunda tedavi veteriner hekimimiz Eray Bey’in de sayesinde cevap vermeye başladı. İlk defa kendi başına yürüyüp yemek yediği günü herhalde asla unutamayacağım.
Kedi sahibi olmanın zorlukları sizce neler?
Zorlukları mı? Bence hiç ama hiç yok. Aksine sizi yükselten, enerji veren tüm olumsuzlukları üzerinizden attırıp gülümsemenizi sağlayan, saf bir sevgi ile karşı karşıyasınız. Düşünsenize bir iletişim yolu kuruyorsunuz ve onun karşılığında size tüm gönlünü sorgusuz teslim ediyor. Bundan daha özel bir duygu var mı?
Biraz fazla şımarttık 🙂
Başta sevmediği şeyler kesinlikle yüksek ses ve kolonya şişesi. 🙂 Evde azıcık da olsa yüksek ses duyunca kendini direkt odaya kapıyor. O da yetmiyormuş gibi yastıkların arasına kendini gömüyor. Kolonya şişesinden de bir ara ayakkabılarımızın orada yattığı için ve o sıralarda aşıları devam ettiğinden virüs kapmasın diye peçetenin üzerine kolonya koyuyorduk ki yaklaşmasın diye. Sanırım şimdi kendisinde ufak çapta travma olmuş olacak ki şişesini gördüğünde patinaj çizerek uzaklaşıyor. Vee en keyifli kısım en çok ne sevdiği; televizyonun önüne yatmaya bayılıyor.
Biz her ne kadar eğitip orada yatmasını istemesek de sanki kendini görünmez sanıyormuş hissi verip yavaş yavaş oraya kurulmaya bayılıyor. Dediğim gibi uzun bir tedavi sonrasında hem yemek yedirebilmek hem de kilo alabilmesi için paça suyundan tutun envayi çeşit peynir vs… vermek zorunda kaldığımız için yanında bir şey yeniliyorsa burnunuzun dibine kadar gelip acıtasyon yapmaya bayılıyor. Favorisi sabahları 5-5:30 civarında kendini sevdirip mama kabının yerini bilmesine rağmen kucağımıza alıp mama kabının önüne onu koymamız. Top yaptığımız kağıt parçası, kemerlerim ve sanırım hastalık zamanında biz onunla çok konuştuğumuzdan hatta özellikle bacağımıza yatırıp konuştuğumuzdan olacak ki o da bizimle konuşup tüm sevgisini bize anlatıyor. Son olarak evdeki melodikayla saklambaç oynamaya da bayılıyor. Biz onu çalıp saklanıyoruz ve o bizi buluyor. O an ki sevincini görmeniz lazım. 🙂
Yeliz Akkaya diyor ki!
Ahh şu sokak hayvanlarının dilleri olsa da konuşabilseler… Başta yaşadıkları yerleri işgal ediyoruz hızla, bazı insanlar görüyorum bunun farkında bile olmayıp bir de üstüne kötü davranıyorlar. Benim için yok saymak bile çok büyük bir vicdansızlıkken nasıl olur da ‘ben sevmiyorum, benim alanımda istemiyorum’u kabul edip ağızlarından çıkarabiliyorlar. Onlar yaşadığımız yerlerin asıl sahipleri ve biz büyük bir hızla bencilce yaşam alanlarını yok ediyoruz. Bir yerden geçerken iletişim kurduğunuz 5 dakikalık bir canlının yaşam alanlarına saygı göstermiyorlar, her birine büyük bir boyun borcumuz var. Telafisi olmayan bir parçalanmaya onları sürüklediğimiz için sadece bunun için bile onlara gözümüz gibi bakmalıyız. Ki bu yüzden bilinçli bir kesime saygım, minnetim ve güvenim sonsuz. Ancak büyük çoğunluk olan bilinçsiz kesim için sadece bencil, zalim ve vicdansız diyebilirim. Hiçbir hayvan cinsi, türü ne olursa olsun insanların üzerlerinde kurmak istedikleri baskıyı asla hak etmiyorlar. Can onlar… Bizim eksik olan tüm yanlarımızı kaybetmek üzere olduğumuz duyguları fazlasıyla içinde barındıran can onlar.
Bu güzel röportaj ve gün için, aldığımız bilgilerden ve yaptığınız tüm çabalardan ötürü teker teker teşekkür ederim.
Fotoğraf ve video: Navit Seyddashti